BÜTÜN YAZILARIM, Çok zor sorular

Mezhepler Meselesi

mezhepler-meselesi

İslâm’ın en çok bilinen ama en az anlaşılan konularından biri mezhepler konusudur. Herkes bir mezhebe mensuptur ama çoğumuz bunun nedenini bilmeyiz. Çünkü doğduğumuzdan beri öyle öğrenmişizdir.

Bu yazıda mezhepler meselesini kısaca inceleyecek, aklımıza gelen bazı sorulara da cevap bulmaya çalışacağız.

Meselâ en çok sorulan sorulardan bir tanesi ile hemen başlayalım:

Bir tane doğru olur. Fakat mezhep imamları birbirinden farklı şeylere doğru diyorlar. Neden bir doğruda uzlaşamamışlar da bizim kafamızı karıştırıyorlar?

Akla böyle bir soru gelmesinin sebebi baştaki hatalı hükümdür. Zira doğru bir tane olmaz. Eğer doğru bir tane olsaydı İslâm kolaylık dini olmazdı.

Peki, doğrunun bir tane olmadığını neye dayanarak söylüyoruz?

Rasulullah (sav.) iki sahabesini bir sefere gönderir. Seferde su bulamadıkları bir anda namazlarını teyemmümle kılan iki sahabe daha sonra su bulduklarında biri abdest alıp namazı tekrar kılar diğeri kılmaz. Dönüşte Hazreti Peygamber’e (sav.) hangisinin doğru yaptığını sorduklarında Rasulullah (sav.) her ikisinin de namazının kabul olduğunu söyler.

Bu ve bunun gibi hadiselerden anlıyoruz ki İslam’da doğru bir tane değildir. Ve yine Rasulullah (sav.) bize BİLGİ SAHİPLERİ arasındaki görüş farklarının bir rahmet olduğunu bildirmektedir. Zaten kendisi de hayatında bu duruma meydan bırakacak tarzda davranmıştır.

Ne demek istediğimizi örnek üzerinde anlatalım:

Hanefi ve Şafii mezheplerinin karşılaştırılmasında en çok sözü edilen olay hiç şüphe yok ki Sevgili Peygamberimizin (sav.) namaz kılarken alnına taş batıp kanaması hadisesidir. Durumu gören muhterem validemiz hemen koşup taşı çıkarmış ve Rasulullah (sav.) abdest alıp namaza öyle devam etmiştir.

Bu olayda İmam-ı Azam (ra.) kan çıktığı için, İmam-ı Şafii (ra.) kadın eli değdiği için abdestin bozulduğuna hükmetmişlerdir. Onların böyle hüküm verebilmelerinin sebebi ise Sevgili Peygamberimizin (sav.) neden abdest aldığını açıklamamış olmasıdır. Hâlbuki o durumda “kan çıktığı için yeniden abdest alacağım” veya “bana dokunduğun için tekrar abdest almam gerekiyor” gibi bir şey söyleyebilirdi. Ancak bazı şeyleri çok net olarak söylememiş olması o konuda bir esneklik işaretidir. Hatta bir dönem bu sırrı anlamayıp ısrarla detay isteyen sahabelere soru sormayı yasakladığı bile olmuştur.

Böyle bulanık bırakılan durumlar benim aklıma hep Bakara Suresi’ne adını veren hadiseyi getirir. 67. ayetten itibaren anlatılan kıssada Musa (as.) Yahudilere bir sığır kesmeleri yönünde Allah’ın emrini tebliğ eder. O anda herhangi bir sığır bulup kesseler emir yerine gelmiş olacaktır. Ancak onlar defaatle Hz. Musa’dan (as.) sığır hakkında daha fazla detay öğrenmesini isterler. Yaşı, rengi gibi ayrıntıları her sorduklarında aslında şartlar ağırlaşmaktadır.

Rasulullah’ın (sav.) hayatında da böyle muallakta bıraktığı konular aslında insanların kendilerinin karar vereceği konulardır.

Ancak;

İnsanlar bu kararı nasıl vereceklerdir?

İslâm’ı doğrudan kendisinden öğrenen sahabeler zaten Kur’an’ı kaynağından öğrenmiş, yaşayan Kur’an’ı da hayattayken izlemişlerdi. Dolayısıyla onların elinde böyle kararları verebilmek için yeterli bilgi mevcuttu. Sevgili Peygamberimizin (sav.) de başka bir beldeye görevli olarak gönderdiği bir sahabesine, Kur’an’da ve kendisinin sünnetlerinde bulamadığı şeyler konusunda nasıl hükmedeceğini sorduğunu, sahabenin elindeki bilgiler, benzer hükümler ve aklını kullanarak hareket edeceğini söylemesi üzerine bundan memnun olduğu ve bu davranışı teşvik ettiğini bilmekteyiz.

Burada çok sorulan sorulardan bir tanesinin daha cevabı ortaya çıktı aslında:

Mezhepler neden Peygamberimizin vefatından yüz yıl kadar sonra ortaya çıkmaya başladı? O zamana kadar yaşayanlar mezhepsiz miydi?

Kur’an ilmini kaynağından alan, yaşayan Kur’an’ı yaşarken gören sahabelerin pek çok konu hakkında zaten kendi bilgileri ve gördükleri yeterli oluyordu. Belki her biri, bir nevi kendi mezheplerini yaşıyorlardı. Rasulullah’ın (sav.) hayatında geçtiğine şahit olmadıkları konularda da şahitliğini sorabilecekleri pek çok sahabe çevrelerinde mevcuttu. Yanındaki bir sahabenin muhalefetine rağmen Hazreti Ömer’in (ra.) salgın hastalık olan bir şehre girmeye karar vermişken başka bir sahabe tarafından kendisine iletilen ve daha önce duymadığı “salgın hastalık olan yerden uzak durulması” yönündeki Hadis’i şerifi duyduğu anda geri dönmeye karar vermesi bu davranış biçimine güzel bir örnektir.

Sahabelerin de dünyadan çekilmesi ile soracak kimsenin kalmaması, konunun belli bir disiplin altına alınması ihtiyacını doğurdu. Kur’an-ı Kerim’i ve Hazreti Peygamber’in (sav.) hayatını çok iyi bilen bazı âlimler karşılaştıkları olaylar karşısında ellerindeki bilgileri kullanarak hükümler vermişler bu hükümlerin bir araya gelmesi ile de ekoller ya da mezhepler ortaya çıkmıştır.

Bu noktada şunu netleştirmek gerekir ki; mezhep imamlarının hükümleri arasındaki farklar Kur’an ve sünnette açık olarak hükmü verilmemiş konular hakkındadır. Meselâ hiçbiri namaz 3 vakittir, zekât kırkta bir buçuktur, ayakkabıdan da kurban olur dememiştir.

Mezhepler ile ilgili bu ön bilgiden sonra gelelim bizim uygulamalarımıza. Yine soru cevap şeklinde gidelim:

Biz neden bir mezhebe tabi olmalıyız? Kendi hükmümüzü kendimiz veremez miyiz?

Bir mezhebe tabi olmak zorunda değilsiniz. Eğer bir konuda hüküm vermek için o konu ile İLGİSİ OLABİLECEK TÜM ayetleri, bu ayetlerin içinde nesh edilmişler olup olmadığını, tüm hadisleri ve söylenme zamanlarının sırasını biliyorsanız ve bunları bir araya getirip hüküm verecek ilmî ve aklî yeterliliğiniz varsa bunu yapabilirsiniz.

Ama ilmihali açıp bakmaya bile üşenen biri çıkıp da ben kendi hükmümü kendim veririm diyorsa bu cehaleti izhardan başka bir şey değildir.

İllâ bir tanesini mi seçmek gerekiyor bu mezheplerin? Biraz ondan biraz bundan alsak olmaz mı?

Olmaz olur mu! Eğer hepsinin en zor kısımlarını alacaksanız elbette olur. Ama tabii ki bu soruyu soran kişi her mezhebin azimet kısmı için değil ruhsat kısmı için yol aramaktadır. Her mezhebin işine gelen en kolay kısmını almaktır maksadı. Lakin aslında talip olduğu şeyin belli bir mezhebe tabi olmaktan daha zor olduğunu bilmemektedir. Örnek üzerinden gidersek daha net anlaşılacaktır ne demek istediğimiz.

Yazının baş kısmında anlattığımız Hazreti Peygamber’in alnına taş batması olayını ele alalım. Bu soruyu soran kişi hem bir yeri kanadığında hem de karşı cinse dokunduğunda abdesti bozulmasın istiyor. Bu ikisinden hangisinin abdesti bozmadığı konusunda ihtilaf var, tamam. Ancak bu ikisi aynı anda olduğunda abdestin bozulduğu konusunda ihtilaf yok. Yani bu ikisi aynı anda olduğunda Hazreti Peygamber yeniden abdest almış.

Şimdi; Hanefî olan bir insan keyfi olarak, abdest almaya üşendiği için bir yeri kanamasına rağmen “Ben Şafii’ye uydum!” diyerek abdest almadan namaz kılmak istiyor. Bunu yapabilmek için Şafii’de abdesti nelerin bozduğunu bilmek zorundadır. Çünkü bir süreliğine Şafii olmuştur. Meselâ bu kişi, az önce de söylediğimiz gibi karşı cinsten birinin tenine dokunmuşsa Şafii’ye göre de abdestsizdir. Ya da kendinin veya bir başkasının vücudunun belli bölgelerine dokunmuşsa yine abdesti bozulmuştur. Bir bebeğin altını değiştirmişse büyük ihtimalle abdestsizdir.

Bunları bilmesi de yetmez. Şafii mezhebinde abdestin farzlarını da bilmek zorundadır. Zira Şafii’de Hanefi’den farklı olarak abdestin 6 farzı vardır. Bunlardan biri de niyettir. Eğer bu kişi abdest alırken niyet etmediyse bir yeri kanadığında yeniden almaya üşendiği için bozulmamış sayılmasını istediği abdesti Şafii mezhebine uyduğu anda otomatik olarak hiç alınmamış sayılacaktır. Çünkü farzlardan biri yerine getirilmemiştir.

Özetle mezheplerin en kolay kısımlarını bir araya toplayıp onlarla amel etmek aslında o kadar da kolay bir şey değildir ve sanılanın aksine daha çok bilgi gerektirir. Bu nedenle mezhepler arası bu tip geçişler yani taklitler ancak zaruret halinde uygun görülmüştür.

Bunun bir sebebi de şu olsa gerektir:

Her mezhep belli coğrafyada, belli sosyal yapıya sahip toplumlarda ortaya çıkmıştır. Örneğin İmam-ı Şafii hayatı boyu Medine’de yaşamış, bir süreliğine Mısır’a gidince Medine’de verdiği bazı fetvaları değiştirmiştir.

Buradan şunu anlıyoruz. Mezheplerin hükümleri belirli iklim, coğrafya ve toplumsal yapı gibi etkenlere göre de değişiklikler gösterir. Dolayısıyla bizim durumumuza en uygun olanı bulup ona uyduğumuzda o ekolün çizdiği yol üzerinde hareket etmiş oluruz. Ancak biraz o ekolden biraz bu ekolden alalım dersek ortaya çıkan yol bizi hedefe ulaştırsa bile çok şık olmayacaktır. Şöyle ki, çok zengin olsanız ve bir saray yaptırmak isteseniz ve mimara “Kapılar Gotik, balkonlar Barok, salonlar Rokoko, çatılar soğan, pencereler pvc olsun.” deseniz, mimarın sizi kızılcık sopasıyla kovalaması bir yana, ortaya çıkacak olan şey bir saray olacaktır ama ucube bir saray olacaktır.

Sonra cennette öyle bir sarayda oturmak istemeyebilirsiniz.

Bu yazı gözden geçirilerek Zafer Dergisinin 2019 Haziran (510.) ve Temmuz (511.) sayılarında, iki bölüm halinde yayımlanmıştır.

Birinci bölümün yayımlandığı sayfaları görmek için tıklayınız.

İkinci bölümün yayımlandığı sayfaları görmek için tıklayınız.

2 Yorumlar
Paylaş
Etiketler: ,

Muhiddin Yenigün

2 Yorumlar

  1. ender özden
    12 Nisan, 2019 at 9:32 am

    Vallahi, çok kısa süre önce aklıma gelen sorunun cevabını vermişsin, Allah razı olsun.
    Yazıya başlarken sorduğun soru, belki şeytanın da üstün çaba ve gayretiyle, tam da abdest alırken aklıma geldi.
    Şimdi için ferahladı.

    • Muhiddin Yenigün
      12 Nisan, 2019 at 9:55 am

      Elhamdülillah!
      İnsanın emeğinin böyle meyveler verdiğini görmesi çok güzel!

Bu konuda sizin de söyleyecekleriniz ya da sormak istedikleriniz varsa aşağıya yazabilirsiniz (yayınlanacağını garanti etmiyorum):

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: