Çocukluğumuzdan itibaren aklımıza gelen ve sorduğumuzda da şu cevabı aldığımız bir sorudur bu: Allah her yerdedir!
Tabii ki çocuk yaşlarda bunun ne demek olduğunu anlamayız ama çoğu şeyde olduğu gibi “Aman canım nasıl olsa büyüyünce anlarım.” der biraz sonra oynayacağımız oyunun derdine düşeriz.
Fakat büyüdükçe düşüncelerimize ve hayal gücümüze getirdiğimiz sınırlamalar yüzünden, Allah’ın her an her yerde olabilmesi bizim için hâlâ çok kolay anlaşılabilirler arasında değildir.
Çünkü büyüdükçe her şeyi fizik kuralları içinde düşünmeye, her olayı fizik kuralları dâhilinde açıklamaya alışmıştır aklımız. Tıpkı baştaki soruyu sorarken yaptığımız gibi…
Fakat bazen bu kurallar cevabı bulmaya yeterli olmaz. Çünkü bu kurallar da bir kural koyucunun emridir ve o kural koyucu istediği zaman istediği emrini geçici veya kalıcı olarak değiştirebilir.
Hâl böyle olunca kural koyucuyu bu kurallar çerçevesinde düşünmeye çalışmak havanda su dövmek gibi neticesiz bir çaba olacaktır.
Ancak buna rağmen akıl, hem şartlandığı gibi fizik kuralları içinde düşünmek hem de bu kurallara tâbi olmayan şeyleri anlamak ister. O zaman yapılacak şey, akla şartlandığı kuralların elastik olduğu, kural koyucu tarafından esnetilebileceği hatta tamamen yok sayılabileceğini öğretmektir.
Şimdi öncelikle o sabit zannettiğimiz kurallara bakalım.
Gördüğümüz dünyada bütün nesneler üç boyutludur. En, boy ve yükseklik diye isim verdiğimiz her üç boyutta da sahip oldukları değerleri vardır ve bu üç değerle kâinatta bir mekân işgal ederler.
Ancak bu, bugünkü bilimin tahminine göre Big Bang denilen büyük patlama ile ortaya çıkmış olan bir durumdur. O patlamadan önce durum nasıldı bilme imkânımız yok.
Aslında bu son cümledeki tespit de şartlanmış aklımızın ürettiği hatalı bir düşünceden kaynaklanır. Şöyle ki; mekân gibi zaman da o patlamayla yaratılmaya başlanmıştır. Yani büyük patlama ve kâinat yokken bizim dördüncü boyut dediğimiz zaman da mevcut değildi. Dolayısıyla ancak zaman kavramı ile anlam kazanabilen “önce” ve “sonra” ifadeleri henüz zamanın yaratılmış olmadığı Big Bang’siz durumu tarif etmez.
Zaten zaman dediğimiz şey, Rabbimizin büyük patlamadan itibaren kâinatı anbean yaratmasını, temaşa etme sırası gelen gözlere göstermesine verdiğimiz isimdir. Tıpkı film şeritlerindeki 24 kare bir saniyede gösterildiğinde bunun peş peşe gösterilen durağan “an” fotoğrafları olduğunu algılayamadığımız gibi, bu “anbean” yaratmayı da biz algılayamıyoruz.
Şu halde zamanı ve mekânı büyük patlama ile yaratan Allah’ı (cc.) yarattığı bu mahlûkat içinde aramak abesle iştigaldir.
Peki, madem Allah’ı bu mahlûkat içinde aramayacağız, o zaman neden Allah her yerdedir diyoruz?
Bir dergi yazısının başında yazarın ismi olur. Sayfanın alt köşesinde de derginin ismini görebilirsiniz. İlk sayfaya geldiğinizde editöründen matbaasına kadar kimin emeği geçmişse isimleri o eserin üzerine yazılmıştır.
Bunun anlamı bu eseri sahiplenmektir. “Bunun sorumlusu benim” demektir. Ama “Ben bu yazının içindeyim!” demek değildir.
Ressam resmin içinde aranmaz. Resminden tanınır.
Rabbimiz de tüm kâinatta gören gözlere “Bunu ben yarattım!” diyen sembolleri sergilemektedir. Bakmasını bilen gözler yaratılmış her şeyde Allah’ın (cc.) imzasını görür, onun her yerde olduğunu anlar.
Toparlayacak olursak:
Allah mekândan münezzehtir. Yaratmış olduğu mekâna dâhil olmasını düşünmek mantıksızdır. Dolayısıyla “Allah nerededir?” sorusu kâinat kuralları dâhilinde düşünmeye alışmış zihinlerin sorabileceği hatalı bir sorudur.
Aynı şekilde ezelî ve ebedîdir de. Yani zamanla da bağlı değildir. Aynı, mekânda olduğu gibi, zamanı da yaratan ve kontrol eden Allah’tır (cc.). Hatta Rabbimiz, zamanın bizim algıladığımızdan farklı şekilde aktığı kara delikler gibi mahlûklar yaratıp, kesin zannettiğimiz kuralları bambaşka kurallarla değiştirerek bize zamanın da tek hâkiminin kendisi olduğunu göstermektedir.
Bizim algıladığımız mekân ve zaman içerisinde olmayan Allah (cc.) kudreti, ilmi, rahmeti kısaca tüm Esma-i Hüsna’sı ve sıfatları ile kâinattaki her bir zerrededir. Her bir zerreyi her an yeniden yaratır. Bu yaratma sırasında da tüm güzel isimleriyle her bir zerrede tecelli eder. Dolayısıyla her yerdedir. Şah damarımızı da her an yeniden yaratır ve bize de şah damarımızdan daha yakındır.
Bu yazı gözden geçirilerek Zafer Dergisinin 2018 Kasım (503.) sayısında yayınlanmıştır.
Paylaş, eş dost da görsün:
- Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Arkadaşınıza e-posta ile bağlantı göndermek için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Threads'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- X'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Daha fazla
- Pocket'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Reddit üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Mastodon'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Nextdoor'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Bluesky'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)